Kayıtlar

Bugün, neden kadınlar günümü kutlamadın diyen kadınları göreceksiniz…

Resim
 Anlamı ve hakkı olan her şeyi günlere sığdıran bir toplum, bunla kalıplaştıran bir toplumun; günlere göre anlamlı olanı yapması kadar doğal bir refleks olamaz. Kendi eliyle yarattığını yok eden bir varlık elbette yine kendi eliyle yok edecekti çoğu şeyi. Şu an olmuş, olan ve olacak her şeyden sorumludur insan. Günden güne artan her türlü sosyolojik problemleri bir kenara atmak gerekir bazı şeylerden önce. Çünkü her sorunun çıkış sebebinden önce temel bir sorun vardır: İnsanın köleleştirilmesi. İnsanın köleleştirilmesi ilk olarak evde, aile içinde kadının köleleştirilmesi ile başlar. Kadına ikinci cins muamelesi yapan insan ırkının daha sonra köleleştirme politikasını erkeklere de uyguladığını görürüz tarih sahnesinde. Mezopotamya, Çin, Hint, Mısırdan, Güney Amerika uygarlıkları; Aztek, Maya ve İnca’lara kadar geniş bir ağda köleliğin meşrulaştığını görürüz. Tabi sadece iktidarlar değil, aynı zamanda çoğu Roma ve Yunan düşünürü de köleciliği şiddetle savunmuşlardır. Bunlardan birisi

Kirli Ağustos'a mektup...

Resim
  Bir ah verilebilseydi keşke her bir umutsuz şiirinizde Edip Bey. Bir iyi ki biriktirseydi ceplerimizde dolaşan her bir şüpheye. Ama yok, ne bir binefş rengi umutların iyi ki nefesini verdirir ne de uçuruma değen sert rüzgarın hadi’sini toplar sinede.      Mutluluk, alışılmış bir kötümserlik midir sahiden Edip Bey? Öyle demiştiniz şiirinizin en tenha yerinde. Akabinde her şey gider ama aşk durur yeryüzünde diyerekten. Madem insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktı, neden durmadan yalnızlığınızın kalelerinden çıkan, umuttan bihaber sözlerle volta atıyorsunuz şiirlerinizin azı dişlerinde. Değil miydi her yüzen geminin su kesimi, aşk? Değil miydi çok erken, biri öldüyse? Sormadım size nereden geldiniz, nesiniz diye. Anlaşıyormuşsunuz ya işte konuşmasanız bile. Mademki tarihiniz, sevgi ve tutkuların devrimidir, umutsuzluk, devrime gebe olur mu, kangren değil de.     İmgesi olup ölümün, bir de tek kalmanın acısıyla, sevmeye de sevilmeye de kar yağdırırken şiirlerinizde, n

“Bütün uyuyanları uyandırmak için bir tek uyanık yeter.”

Resim
Anlatılan tüm o sevda dolu mektuplar...  Milena'yı dillere pelesenk eden Kafka, Frida'nın Diego Rivera'sı, Leyla'sına güneş olmak isteyen Ahmed, Nazım'ın aldattığı Piraye'si…   Mektuplarınız elbette, en azından birinizi avutmuştur... Peki ya Mustafa Kemal'e yazılan bu mektup kimi avutmuştur? Defalarca sürgün edilen bir yaşam... Demokrasi ve laiklik şiarıyla avazı çıktığı kadar bağıran bir Cumhuriyet ve kendi şiarıyla ters düşüp idama mahkum ettiği bir şahsiyet: Mîr Celadet Alî Bedîrxan.    “Bütün uyuyanları uyandırmak için bir tek uyanık yeter.” derdi Malcolm. Cumhuriyet uyutmaya yetmedi Celadet'i. Bihaber değildir süregelen, sürmekte olan ve sürecek olan haksız tavırdan. Dedesi Mîr Bedîrxan'ın azmini ruhunda bulan Celadet'in kalemi kılıçtan keskindir. Mustafa Kemal'e "karşı nutuk" niteliğinde olan bu mektup, en temel mesajını veriyordu “Deniz içilmekle bitmeyecek.” Doğu-Batı filolojilerinde neredeyse ermiş sıfatında olan üstat, ana

''İnce bir buzun üstünde kayıyorsan, tek kurtuluşun hız yapmaktır.''

Resim
  Hemen hemen her kitapta mutlaka bir karakterin veya yazarın “ben kimim” sorusuna ya da “ben kimim sorusuna bir cevabına” denk geliriz. Bu denk geliş muhtemelen hepimize de kendimize bu soruyu sordurmuştur. Ve yine muhtemeldir ki her kitaptaki "ben kimim" sorusuna verilen cevabı da nedense benimser ve destekler halde buluruz kendimizi.   “Ben kimim?” sorusunu bize asıl sorduran, kimlik arayışı veya tanımlamasıdır, kanaatimce. Kimlik kitabının kimliğe ulaşmak için asıl üzerinde durduğu soru aslında buradan geliyor. Zygmunt’un çok yönlü düşünce biçimini, her perspektiften olaya bakma, yorumlama kabiliyetinin farkındaydım. Bu kitapta da bu kabiliyetini neredeyse kusursuza yakın bir biçimde gösteriyor. Modern dünyanın veya toplumun bize sunduğu tüketicilik(her şeyde) ve subjektif yaklaşımın gayet farkında olan Zygmunt, kimi sosyolog veya felsefecilere nazaran önyargı ve subjektiflikten uzak kalmayı oldukça başaran bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Kitapta okurun neyi

Yüreği kendiyle alıp götürdü...

Resim
  Hani, Allah'ın nurundan nasiplenmiş biridir. Yüreğindeki yaralar, şimdi herkesin yüreğinde... Aşk ne kadar çetinse bile, uzun ve aydın bir yol önündeydi. Bu uzun yolda sadece beşeri aşk değil, her şeyin aşkı yer bulurdu. Bu yol ağaçlı, çiçekli ve dikenlidir... Mutlu olan bir yürek, dertsiz de olmaz. Ama... Hani kendisine sadece derdi ister, mutluluk yare kalsın diye. Derdi taşıyabilen yürek, aşktan habersiz değildir. Bilirdi Hani; aşk, dertlere karşı bir cesaret timsalidir. Çünkü en büyük aşk en sonda Rabbi tanımakla, tanınabilirdi. İnsan ve yurt sevgisiyle... Ne kadar kötü olsa bile bir yer, orada yaşayıp, sevince bir insan, orası en güzel yerdir. Bu yer bir memleket de olabilir, yarin kucağı, bir ağustos böceğinin cırcırı da... Aşk, şüphesiz büyük bir duygu. Ki büyük olmasaydı Ne Mem olurdu, Ne de Zîn... Hani de olmayabilirdi... Hani'ye göre, her insan aşk ile doğar. Ama herkes aşk ile kalır mı bilinmez... Ve devam eder Hani, "aşka sahip biri, huzursuzdur." Uzat

Dil bi xwe re bir û çû...

Resim
  Xanî, kesek ku ji nûra Xwedê bi par e. Xemên di dilê wî de, niha di dilê her kesî de... Evîn çi qas dijwar be jî, rêyek her dirêj û bi ronî di pêşiya Xanî de bû. Di vê rêya dirêj de ne tenê evîna mirovayetî, evîna her tiştî cih digire. Ev rê bi dar in, bi kulîlk û bi strî ne... Dilek bi şa be, bê xem jî nabe. Lê..  Xanî ji xwe re bi tenê xeman jî dixwaze da ku şahî ji bo yar be. Dilê ku dikare xeman hilbigire, ji evînê ne bê hay in. Evîn wêrekiya li dijî xeman in, Xanî dizanî. Ji ber ku evîna mezin her ku di dawiyê de bi nasîna Xwedê dihate naskirin. Bi hezkirina mirov û welatî dihate naskirin. Derek çendî nexweş bibe jî dema ku mirov li wir jiya û ji wir hez bike, ew der cihê ku herî xweş e. Ev cih dibe ku welatek be, paşila yarek be, çîrçîra çîrçîrokek jî be... Evîn, bêguman hestek mezin e. Ku ne mezin bûya ne Mem dibû ne jî Zîn û dibe ku Xanî jî wê  nebûya... Bi Xanî, her mirov bi evînekê tê li dinê. Lê her kes bi evîn dimîne ew jî bi guman e. Û berdewam dike Xanî: Kesên ku xwedî

Deniz İçilmekle Bitmeyecek...

Resim
Bu yazı ne bir ağıttır ne bir sitem, bu yazı bir utançtır... Küçüklüğümden beri bende kalan bir alışkanlık vardır herhalde annem yüzünden. Okula beni geç kaldırınca sadece ekmek ve domates verirdi "hızlıca ye, bir yudum çay da iç hemen git okuluna," derdi. Şimdilerde de kısa bir vaktim varsa bir şey için, ekmek arası domates yapıp acıkan karnımı doyurmaya çalışırım . Deniz'in sofrasını ilk görünce aklıma ilk bu gelmişti. Sanırım Deniz'in de kısa bir vakti vardı. O yemeği çabuk bitirmeliydi. Bitiremedi... Dar bir zamana tutsak edilen bu yemeği de tam bitirememesi acıtmıyorsa bir yanlarınızı, o sade fotoğraf karesi hüzne boğmuyorsa göz diplerinizi; hiçbir süt, hiçbir ekmek içi, kalbinizin beşiğinde ağlayıp sızlayan bir bebeğin bile masumiyetini doyurmaya yetmeyecektir. Kendisine dokunmayan yılanı bin yaşatan sizler, su içen yılan da olsa dokunmayan ey sizler! Size sesleniyor o fotoğraf karesi!... Ölen kadındı, ölen bir Kürt'tü, ölen HDP'liydi tartışmaları sü

Acılarımızın uykuya ihtiyacı var...

Resim
  Nam-ı diğer Apê Musa olan Musa Anter , Nusaybin'de bir köy olan Zivingê(Eski Mağara)de doğdu. Nüfustaki ilk doğum yılı 1924 olarak kayıtlıydı. Ancak ilkokula yazılabilmek için yaşı büyütüldü ve 1920 yapıldı. 1917 ile 1920 yılı arasında doğduğu bilinse de, 1920 yılı onu doğum yılı olarak kabul edilir. Hangi yıl olursa olsun bunun bir önemi yok ve olmayacaktı da. Çünkü bu güzel insan "Bedîrxanî"lerden sonra, yani Mîr Celadet, Kamiran Alî Bedîrxan'lardan sonra Kürt medyasının ikinci kuşağının en önemli ve hatta tek temsilcisi olacaktı. Köyün ismi olan Ziving kürtçe bir kelimedir, türkçede "mesken, kışlak" anlamına gelir. Köy kuraklığıyla bilindiği, kış ayları da mesken edinildiği için bu ismi almıştır. Bu köy Anter ailesinin köyü olarak bilinirdi zaten. Köyün önderi, muhtarı sayılan babası yatalak kalınca annesi köyün yaşlılarından birini muhtar olarak seçer. O da vefat edince muhtarlık kendisine kalır. Musa Anter’in annesi Fesla ana, her ne kadar kayıtlara g

G´ERİL´EBİLİRSİNİZ !

Resim
  "Bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar kafalı, sorumlu, heyecan arayan dişilere, hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumlaştırmak ve eril cinsi yoketmekten başka çare kalmıyor." Kitaba bu paragrafla başlar Valerie... Bu sitem, bu şikayet sadece erile değildir, erilleşmeyedir. Erilin biyolojik yapısıyla sorunu yoktur Valerie'nin, bizzat zihniyetiyle sorunu vardır, bu zihniyetle suret bulan her şeyle sorunu vardır. Bu zihniyetin umutsuz vaka olduğuna inanmaktan çok, emindir Valerie. Neden emin olmasın ki? Yüzyıllar boyunca dişiyi, ikinci cins gören erilleşme değil midir? Yüzyıllardır, hatta binlerce yıldır dişiyi alt konumda gören zihniyete karşı Valerie neden radikalizmi seçmesin? Radikal feministlerin başucu kitabı olabilecek bu kitabın tespitleri canınızı sıkabilir. Ama zaten Valerie, canınızın rahat etmesi için yazmadı bu kitabı, rahat

Başka bir dram, başka bir AntiKürt: İsmet Özel

Resim
  Aydınlar da "AntiKürt" tavır sergiler mi? Elbette sergiler. Subjektif bakışa sahip bir beşere ne kadar aydın diyebiliriz orası da bayağı karışık. Nedir bu Kürt, Kürtçe düşmanlığı? Birilerine yaranmak adına atılan her türlü milliyetçi taklanın Kürtler üzerinden yapılması adet midir? Milliyetçilik kavramına dahi hakim olmayıp, milliyetçiliği başka ırkı küçümseme, yok sayma, kendi ırkını yüceltmede bulan, bunla anlamsallaştıran kesimin apsesik beyin tavrı kendi halkına ne kadar fayda getirecek? Kendi dilini, tarihini, kültürünü dahi bilmeyip "milliyetçilik"ten bir şey anladığını sanan kesim maalesef azımsanmayacak kadar da çoktur. Gel gelelim sözde aydınımıza: İsmet Özel Hazretleri bir ara şöyle bir söylemde bulunmuş. "Kürt aşiretleri Amerikan ajanlarına teslim, Kürtlerde millet bilinci yok, Kürtçe de, Kürt sorunu da yok, hepsi Amerikan icadı, TRT Şeş eciş bücüş bir kanal, daha şeş beş Kürtçe TV yayını yapmayı beceremezken bir de anadilde eğitim istiyorlar, nası